June 05, 2012

Kentsel Dönüşüm’ün Almancası nedir?

“Kentsel Dönüşüm” son yıllarda adından çok sık bahsedilen, tartışmalar yaratan ve şu aralar birçok toplu konut uygulamalarına başlık olan bir kavramdır. Bu yazıda Almanya’da kentsel dönüşüm anlamında yeni bir ufuk açarak, 2012 işveren ödülünü alan “Erfttal Konut Projesi”ni inceleyerek dönüşüm konusunu biraz irdelemek istiyorum.

Bilindiği üzere, iklim ve demografik değişimler, kentte yapılması planlanan soylulaştırma planlamaları hatta yapılmış olumsuz soylulaştırma örnekleri her ülkede olduğu gibi Almanya’da da konut üretimi için farklı bakış açılarına yönelimi arttırmıştır. Mimarlar, bir çok göçmen ulusun yaşadığı ve hızla yaşlanmakta olan nüfusun ihtiyaçlarına hem ekolojik hem de sosyal etkileşim bağlamında artık cevap veremeyen eski konut dokusuna alternatif yeni yaklaşımlar tasarlamaya başladılar. Bu noktada Ağırbaş/Wienstroer Architektur & Stadtplanung Ofisi ‘nin Neusser Bauverein AG Grubu tarafından 2012 Şubat ayında ödüle layık görülen “Erfttal Projesi” kentsel dönüşümün sosyal boyutta kazandığı başarıyı gösteren oldukça iyi bir konut projesidir. Bu olumlu örnek proje ile Almanya’da yeni bir yaşam tarzı canlanmaya ve gelişim göstermeye başladı.

Projenin tamamlanmasıyla orada yaşayan insanlar tekrar evlerine geri yerleştirildi. Fiziksel mekân değişimi, insanların yaşamlarına kaldıkları yerden devam etmesine hiçbir şekilde engel teşkil etmiyordu. İnsanların bu yeni konut alanında yaşamaktan dolayı duydukları memnuniyeti gördükten sonra açıkçası bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim. Böyle bir projeye hak ettiği değeri veren Almanya adına bu başarılı proje, konut sektöründe mutluluk verici bir gelişme oldu. Hiç şüphesiz benzer vizyonla İstanbul’da da bu tür başarılı kentsel dönüşüm projelerini görmek, gerek konut sektörü, gerekse kültürel ve sosyal açıdan yaşamlarına sahip çıkan insanlar için mutluluk verici bir başlangıç olacaktır. Şimdi projeyi tanıyalım ve bizler de “dönüşüm”ün ne olduğunu bir kez daha düşünelim!

Her şeyden önce projenin savunduğu en önemli kriter, kentsel dönüşüm ile sadece fiziksel mekan değişiminden ziyade daha çok sosyal dönüşümün tam ve doğru anlamda gerçekleştirilebilmesidir. Proje iki etaptan oluşuyor. İlk olarak, projenin gerçekleştirileceği alanda kentsel tasarım açısından bölgenin canlandırılmasına ve değer kazanmasına olanak sağlayacak konut yerleşkeleri tasarlanması amaçlanıyor. İkinci ve önemli aşama, orada yaşayan halkın geçici bir süre, başka bir yerleşim alanına transfer edilmesi ve projenin yapım sürecinde, zenginleştirilmiş, farklı etnik ve çoklu jenerasyonun birlikteliğini, mahalle ve komşuluk olgusunu güçlendiren bir sosyal yaşamın sunulmasıdır. Özellikle, birçok göçmen aile ile yıllardır iç içe yaşamış olan Alman toplumunun, bu yeni konut oluşumuna gösterdiği ilgi, böyle başarılı ve ufuk açan projelere olan talepleri arttıracaktır. Ağırbaş/Wienstroer Architektur &Stadtplanung Ofis kurucularından Mimar Ercan Ağırbaş projenin felsefesini şöyle özetliyor: “Binalar, evler, duvarlar, elle dokunduğumuz, gördüğümüz tüm somut mekânlar ve malzemeler değişiyor-dönüşüyor, ama orada yaşayan aileler, birliktelikler ve yaşamlar değişmek yerine tekrar kaldıkları yere dönerek, kaldığı yerden yaşamlarına devam ediyorlar. Hatta insanlar yaşamlarına devam ederken, proje sayesinde farklı etnik gruplara ve kültürlere, yaşlı ve genç her jenerasyona da alternatif konut önerileri ile buradaki sosyal ağın daha fazla genişlemesi sağlanıyor.”
Projeyi fiziksel olarak tarif edersek, tüm binalar üç kattan ve toplam 113 daireden oluşuyor. Bir konut projesinde olmazsa olmaz balkon veya bahçe her daire için tasarlanmış. Binalarda bulunan dairelere ulaşım açık galeri sistemine sahip koridorlarla sağlanıyor. Böylece bu açık galerilerde konumlandırılan ortak asansörler maliyeti düşürüyor. Öte yandan bu açık galeri sistemine sahip koridorlar sayesinde, proje alanındaki kamusal alanlardan özel alanlara geçişler başarılı mekânların kurgulanmasına olanak veriyor.

Şimdi gelelim projeyi sosyal açıdan güçlü kılan unsurlara. Projede vurgulanmış en önemli kavram, kamusal ve bireysel alanlara oldukça fazla yer verilmesidir. Araç park alanlarının tümüyle zemin altına alınması, arazide binalar arasında kaliteli yeşil alanların ve sosyal paylaşım alanlarının yoğunluğunu arttırmıştır. Ayrıca araçların hiçbir şekilde görülmediği açık alanlar, çocuklar için uygun oyun alanlarına olanak sağladığı gibi, bahçe katında yaşayan özellikle yaşlılara oldukça kullanışlı, gürültü ve araç kirliliğinden uzak keyifli mekânlar sunmuştur. Ayrıca projeye farklı bir karakter kazandıran “ses bariyeri” görevini üstlenen şeffaf duvar, ana yoldan gelecek yoğun trafiğin neden olduğu gürültü kirliliğini engelleyerek, içeride kurgulanmış açık alanlara kaliteli bir mekân kimliği kazandırmıştır. Şuan içinde birçok farklı ailenin yaşamını sürdürdüğü bu yeni kentsel dönüşüm projesi, bir sosyal toplu konut projesi olarak günümüzde her şehrin, özellikle İstanbul’un ihtiyaç duyduğu bir yaşam örneği sergilemektedir.

Sosyal hayatın, mahalle ve komşuluk ilişkilerinin önemini vurgulayan böylesine başarılı kentsel ve sosyal dönüşüm projelerinin İstanbul’da görülememe nedenlerinin sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Her şeyden önce bizler, İstanbul başta olmak üzere birçok kentte mahalle olgusunun, birlikte yaşamın ve tarihi dokunun sıkı bir ilişkiyle örülmüş eski kent dokusuyla iç içe yaşayan bir toplumuz. Ama gelin görün ki, yaşamımızı zenginleştiren, bizi biz yapan bu unsurları göz ardı eden “kentsel dönüşüm” adı altında kentsel doku kadar toplumsal kimliğimizi de yozlaştıran toplu konut uygulama projelerinin her geçen gün artması kabul edilemez bir durum. İstanbul’da Sulukule, Fatih, Tarlabaşı, Balat gibi önemli tarihi dokuya sahip ve mahalle kavramını hala ayakta tutmaya çalışan alanlarda yapılan dönüşüm projeleri ne yazık ki sadece olumsuz anlamda fiziksel mekân değişiminden başka bir şey değildir. Üzücü olan, Almanya’da yapılan yeni projelerde, mahalle olgusu ve etnik çeşitliliğin bir arada yaşayabilmesi sağlanmaya çalışılırken ve bu tür projelerin toplumun ihtiyacını en üst düzeyde karşıladığı görülürken, Türkiye’de mevcut olan bu değerlere sahip çıkmak yerine, onların yozlaşmasına hatta kaybolmasına neden olan projelerin kentsel dönüşüm adı altında sunulmasıdır.
Erfttal Projesi’ndeki gibi araç otoparklarından uzak, nitelikli yeşil oyun ve sosyal paylaşım alanlarına sahip farklı gelir seviyesine ve kesimlere hitap eden toplu konut projelerinde yaşamanın, Sulukule, Fatih, Balat gibi alanlarda yaşayan halkın en doğal hakkı olduğunu savunuyorum. Halkın elinden önce evlerini alarak, daha sonra onlara ve oraya ait tüm yaşanmışlıkları yok etmeye çalışarak ve hatta o insanları yaşadıkları topraklardan uzaklaştırarak, yapılan toplu konut uygulamaları kentsel dönüşüm vizyonundan uzak olduğu gibi kenti, var olan kent dokusunu, yaşamları, kültür ve tarihi öldürmekten öte değildir. İnsanların, dönüşüm adı altında ruhsuz bir şekilde tasarlanıp inşa edilen bitişik nizam apartman daireleri ve araçlar tarafından işgal edilmiş sözde kaldırımlar, villa tarzı tasarlanmış konutlardan ziyade, alışılagelmiş yaşam tarzını, kendi kültür ve kimliklerini devam ettirebilecekleri zenginleştirilmiş, nitelikli ve kaliteli mekânlara dönüştürülmüş konutlarda yaşamaya ihtiyaçları bulunmaktadır.

Kentsel dönüşümden bahsedildiğinde Türkiye’de göz ardı edilemeyen ve her daim tartışma konusu olan “gecekondu” kavramı akıllara gelmektedir. Geçmişte yasal olmayan yollardan bir şekilde kendilerine barınak oluşturmuş zamanla kolonileşerek çoğalmış ve hatta kimi zaman politik ya da ekonomik ilişkiler sayesinde yasal onay almış olan gecekondu halkı “dönüşüm” adı altında evlerinden ve mahallelerinden uzaklaştırılıyor. Kentin mimari dokusunda büyük gedikler açan bu gecekondulaşma, arkasında farklı bir sosyal yaşam kaygısı taşımaktadır. Kırsaldan kente göçün sonucu görülen gecekondulaşma, aslında bizlere göç eden toplumların kırsalda sahip olduğu yaşam tarzını kente adapte etme çabasını göstermektedir. Bu alanlarda görülen bahçeli, alçak katlı konutlar, mahalle ve küçük sokak dokusu sosyal boyutta insanların ihtiyaçlarına yönelik sinyaller vermektedir. Dolayısı ile burada ortaya çıkan çarpık kentleşmeyi düzeltme adına, sorunlar sosyal açıdan ele alınarak, uygun bir mimari yaklaşım ile çözümlere gidilmelidir. Gözden kaçırılan nokta, kentin bu gibi sorunlara sahip bölgelerinde yapılması gereken, oradaki kötü kent dokusu ile beraber, sahip olduğu kültür ve yaşam tarzına destek olacak kaliteli yaşam alanlarının oluşturulmasına yönelik tasarım yaklaşımlarında bulunulmasıdır. Yani fiziksel değişimler planlanırken, mahalle ve sokak olgusu, yeşil-açık alanların organizasyonu fonksiyonel bir biçimde kurgulanmalıdır. Bir yandan nitelikli mekânsallık gün yüzüne çıkarken, diğer yandan insanlara daha yaşanır, sosyal donatılarla güçlendirilmiş bir sosyal ortam sunulmuş olur. Maalesef İstanbul’da gördüğümüz toplu konut uygulamalarının sosyal boyutta ne kadar sığ ve yetersiz bir yaklaşım ortaya koyduğunu görmekteyiz.

Kentler arası göç sorunu yaşamayan Almanya’da her kent kendi içinde kendi gereksinimlerine cevap verecek şekilde bir yöntem geliştirmektedir. Burada göz önünde bulundurulan nokta ise, bizde görülen iç göçten biraz farklı olarak, dış göç ile yerleşmiş, çeşitli ulustan insanların birbiri ile etkileşimde bulunmalarını sağlayacak, nitelikli sosyal ilişkilere alt yapı oluşturabilecek toplu konut uygulamalarına yönelim gösterilmesidir.
Erfttal Projesinin yaratıcılarından Mimar Ercan Ağırbaş şöyle diyor:” İstanbul gibi zengin bir kültüre, sosyal çeşitliliğe, farklı jenerasyona sahip toplumun ihtiyacı olan şey, bireysel ve toplumsal anlamda sosyal boyutta, nitelikli ve kaliteli mekân ruhuna sahip konutlar üreten dönüşüm projeleridir. Sosyal bağlamda toplumun ve bireyin gereksinimlerine hem günümüzde hem de gelecekte cevap veremeyecek nitelikte toplu konut uygulamaları, kenti tükettiği gibi kısa sürede kendi varlığını da koruyamaz hale gelir.”

Yazının en başında sorduğumuz sorunun cevabına gelince:kentsel dönüşümün Almancası “Stadtumbau” dır. Yani binalar, yollar, duvarlar, yapılar dönüşüyor ama aileler, orada yaşayanlar ve yaşamlar eski hali ile kalıyor.





No comments: