April 26, 2010

Yepyeni kimliğiyle samimi, farklı meydan : Beşiktaş Balık Pazarı

Az önce tesadüfen nette bambaşka konuları araştırırken karşıma birden Beşiktaş semtinin yenilenmiş Balık pazarı fotoğrafları çıkıverdi.

Üniversite yıllarımı yaşadığım, okul çıkışı arkadaşlarla sahilde keyfli vakit geçirdiğim ama eve dönüşlerde yokuşlarından bir hayli yakındığım kendine has semt Beşiktaş. Bu semtte yaşamış yada hala yaşamakta olan birçok kişi Beşiktaş'ın bu güzel küçük balık pazarını ve samimi çevresini tanır.

Açıkçası balık pazarının bu yeni-biraz soğuk ve mesafeli duran- yüzünü görünce ilk bakışta yadırgadım. O doğal, derme çatma denilebilecek meydanda yeralan pazar bir anda yepyeni, modern ve hijyenik bir kimliğe bürünmüş.
Beşiktaş'ta yaşayanların bildiği gibi, semtin ortasında yıllardır duran bu pazar, çevresindeki küçük balık restoranlarıyla, arkasındaki dar sokaklarıyla adeta semtin ortasında bağlayıcı bir kentsel mekan unsuru oluşturmaktadır.

Yeni balık pazarının başlangıç hikayesi oldukça ilginç. Bu yeni kimliğin oluşturulması; sürekli olarak artan, ekonomik gücü yüksek marketler nedeniyle, gücünü kaybetmeye başlayan buradaki küçük esnafın yani balık satıcılarının bu durumdan şikayetçi olmaları ve ilk adımı atmaları ile başlıyor. Ve pazarın müşterilerinden olan mimar Gökhan Avcıoğlu ile fikirlerini paylaşıyorlar. Beşiktaş Belediyesi'nin desteği, Eczacıbaşı'nın cömert sponsorluğu ve GAD (Global Architectural Development) takımının tasarımları ile günlük yaşam pratiğine güzel bir örnek olan bu yeni Balık Pazarı ortaya çıkmış.

Pazar, semt merkezinde, arnavut kaldırımı iki sokağın kesişiminin oluşturduğu üçgen alanda yer almaktadır. Bu da fonksiyon-form ilişkisi için eldeki hazır veri olmalı. Böylece Beşiktaş'lı halk; bulunduğu yer ile uyumlu forma sahip, oldukça fonksiyonel bir balık pazarı pavyonuna kavuşmuş oluyor. Pratikliği ön plana çıkaran başka başarılı nokta ise, kullanılan malzemeler. Form betondan oluşuyor ve çatı kısmı oldukça hafif malzeme olan paslanmaz çelik ile kaplanmış. Bu da kullanım ve temizleme kolaylığı ve modern bir görünüm sağlamakta.
Yeni pazarın üzerini örten bu üçgen örtü; üç ayağı ile yere basarak taşıyıcı görevi görürken aynı zamanda kenarlarının açıklığı ile de sadece çevresinde dolananlar için de, içerisinin çok iyi bir şekilde algılanmasını sağlamakta.

Bu projede hassas davranılan diğer bir konu, aydınlatma elemanları. Tavandan direkt olarak balık tezgahlarının üzerine kırmızı kablolarla sarkıtılan ampüller. Bu düşüncenin çıkış noktası, ampullerin istanbul pazarlarının basit, kullanımı kolay ve alışılmış aydınlatma elemanları olması.
Balık tezgahlarını çevreleyen duvarlar içinde Eczacıbaşı Vitra projeye balık pullarını andıran renkli seramikleri ile katkıda bulunmuş. Ve ortaya İstanbul'un en canlı günlük yaşantısına sahip semtlerinden biri olan Beşiktaş'a yepyeni bir balık pazarı ve küçük, sıcak, samimi bir meydan olgusu yeniden kazandırılmış.

Aslında sadece sanal ortamda görmüş olduğum ve New York Times 'da okuduğum haberler ile bu yenileşmeyi tamamiyle anlatmak yada irdelemek mümkün değil. Bu nedenle bu yeni balık pazarmızı görmek isteyenlere tavsiyem harika bir cumartesi günü Beşiktaş'a giderek burayı canlı olarak deneyimlemeleri.

İyi gezmeler...
26April2010

April 16, 2010

Kentsel Mekan ve Modern Kentli


Modern kent yaşamına ayak uydurduğumuzu, ona alıştığımızı hatta kimi zaman onu bizim yönettiğimizi düşünürüz. Bu sadece modern kent insanlarının kandırmacasından başka bir şey değil. İnsanlar her sabah -çoğu sabah-daha bir önceki günün yorgunluğunu kaldıramadan, gözlerinden okunan bıkkınlık ile beraber tekrar modern kentin emrettiği gibi işine doğru yola koyulur. Bazen kendisine iyilik yapmak isteyerek trafik keşmekeşinden birgün uzak durmak için, onu şehre bağlayan ama aslında varlığının anlamından bilinçsizce haberdar olduğu sokağında yürümeye başlar.

Ve başka bir kandırmaca ile her sabah olduğu gibi, köşeden bir kahve alıp, kahvesini yudumlarken, şöyle bir kendine gelip, güne uyanmayı ister. Aslında o kahve biraz sonra günlük işlerin yoğunluğunda kaybolacak insanı güne uyandırmaz. İşimize adım atar atmaz dışarıyla-kentle olan bağımız biranda kopar.

Tüm gün yada tüm hayatımız boyunca cok yoğun olmaktan cok iş başarmaktan öyle çok mutluluk duyarız ki... Artık çevremizde olup biten yada var olagelmiş herşey küçücük bir obje, sıradan unsur oluverir hayatımızda. Sinemaya, tiyatroya gitmek cok kolaydır artık. Yada haftasonu kendimizi ödüllendirmek için şık bir restoranda sevdiklerimizle yemek yeriz. Bunlar alışkanlık olmuştur modern kent insanları için.

Kentte yaşamak tüm bu derinliğini, ruhunu kaybetmiş işleyişten tamamen bambaşka bir şeydir. Mesela bir bankta öylece oturmak, yada haftasonu teknolojinin esaretinden kurtulup kitabını alıp bir köşede okumak zaman kaybıdır modern kentliler için. Zaman öyle hızlı akıyordur ki, her saniyesi çok önemlidir. Bu nedenle çabucak planlar yaparız uygulamaya zorlarız kendimizi, istiyormuş gibi davranırız çoğu zaman.

Biz insanlar ruhunu kaybeden kentler yaratırız. Kendi yaşantımıza getirdiğimiz sınırlandırmalarla, yaşadığımız kentin ruhunu da sığlaştırırız. Kendilerini caddelere atan insanlar, vitrinlerde kendi gölgelerinin, yüzlerinin farkına varamazlar renkli dünyadan dolayı. Kalabalıkta kendi seslerini dinlemek yerine hiç tanımadığı, kimi zaman sadece bir kez gördüğü insanları dinlemeyi tercih ederler.

Modern kentleşme denildiğinde, bir kentin sadece fiziksel, teknolojik, mimari açıdan büyümesi anlaşılmamalı. Bir kentin ruhunu, kültürünü, geçmişini anlamadan o kentin sesini duymadan, elbette orada insanlar için optimal bir kentsel mekan yaratmak mümkün değildir. Insanlar aslında evlerinde yani kendilerine ait mekanlar haricinde kentin içinde de kendileri için farklı mekanlar ararlar. Ve bu mekanlar sadece onlara sunulmuş cafeler, restotanlar, devasa bir hızla büyüyen tüketici toplumunun alışveriş alanları değildir.

Kentsel tasarımlarda insan en önemli unsurdur. Tasarımların kentsel yada toplumsal ölçekte sürdürülebilirliği tamamen insanların kente bakış açışı kent mekanlarını değerlendirmesi ve kullanımıyla doğru orantılıdır. Uygarlık tarihinin başlangıç noktası olarak kabul edilen kentsel mekanlar, insanların toplu yaşama içgüdüleri veya sosyalleşme eğilimlerinin ortaya koyduğu bir yaşam biçimi ve mekanlardır. Geçmişten günümüze kadar değişim gösteren kentler, insanların esas yerleşim amaçları ve varlıklarının sürdürme ideallerine göre karakter kazanmıştır. Farklı ihtiyaçlar ve farklı ilgi alanları için mimarlar kamusal düzlemler yaratırlar. Bu alanlar diğer disiplinler yardımıyla görselleştirilerek ve güçlendirilerek kentin en baştan beri sahip olduğu ruhu tekrar kente geri kazandırır.

Birçok metropolde inanılmaz bir hızla büyüme görülmesine rağmen içinde yaşayan toplumun ihtiyacı olan yeşil alanlara oldukça fazla yer veriliyor. Yada birçok üniversite kampüsünde artık gençlerin daha efektif kullanabilmeleri için yeni, farklı kentsel mekan objeleri tasarlanıyor.
Yaşadığımız yüzyılda bizi yoran, gitgide artan yoğunluk arasında kendi yaşamımızın kalitesini değerlendirebilmek ve derinleştirebilmek amacıyla, kentsel mekanları önemsemeyi ve iyi bir şekilde değerlendirmeyi öğrenmeliyiz.

18April2010

April 06, 2010

Güneşli günleri hatırlatan şehir : Siena

Böyle günlerde içimden çılgınca hersey yapmak geliyor. Yani güneş açtımı diyorum, ben birden gençleşiyorum, enerjimi geri kazanıyorum ve tabi ne yapacağımı var olan alternatifler arasından seçemeyip, herşeyden biraz tadıyorum. Bloğumu ihmal etmeden yazılarıma devam etmek. Mesela şuan üniversitede sabahtan beri hazırlamaya çalıştığım sunumumu sonlandırmaya ramak kala, ara verip bloğuma birkaç cümle yazmak geldi içimden. Bana keyf veren bir oi va voi parçası dinlerken, haşhaşlı pastam ve kahvemde pencereden vuran ışığa doğru masamda yanıbaşımdalar.
Güneşi gördüğüm zaman bir şehrin üzerinde, aklıma İtalyadaki ilk yurtdışı tatilim geliyor. Sienanın Campo meydanına açılan sakin arka sokaklarında dolaşırken hissettiğim, eski binaların serinliği vuruyor yüzüme sanki. Bambaşka bir geometriye ve auraya sahip eşsiz Campo meydanında oturup en uç kısmına bakınca yerin beni içine çekercesine cezbettiği anı hatırlıyorum. Biz alışık değiliz türkiyede meydan olgusuna ne yazıkki. Yada şöyle bir ifade daha doğru bizim meydan anlayışımız Taksim meydanı-kalabalık, gürültü, trafik, keşmekeş yada aynısından Kadıköy meydanı- Sadece Galata'da kule dibinde rastlıyoruz meydana. Bahsettiğim günlük yaşamın ana öğesi olan doğal küçücük meydan. Tanımadığınız bir şehrin, bilmediğiniz ama içinde olmaktan garip bir keyf aldığınız sokak birden sizi ıssız, serin ama gizemli bir meydana çıkarıverir. İşte Kule meydanı, Campo Meydanı, yada Roma'daki Aşk çeşmesinin çevresi, St. Gimignano'daki küçük küçük farkı geometrilerdeki bizi şaşırtan meydanları bu yüzden seviyoruz. Bu yüzden hiç düşünmeden birden ayaklarımızı uzatıp öylece oturuyoruz oracıkta. Siena işte yaz günlerinde ilk aklıma gelen harika bir ortaçağ kenti. Ne yazıkki gecesini göremedim ama okuduklarımdan anladığım kadarıyla, kent halkının gece sokaklarda da günlük yaşamı devam ettirmesi şehri gece de büyülü kılıyor. Ben gece hayatı olmayan-istanbul taksim gece hayatı gibi değil tabii -şehri biraz ruhsuz buluyorum. Belki de bu yüzden seviyorum İtalyayı, özellikle Toskana kentlerini. Gece oldu mu üzerimizde olduğunu unuttuğumuz yıldızları görmeli insan. Ve gündüz dolaştığı kentin sokaklarında geceyi solumalı ki anca ozaman o şehri, ruhunu, geçmişini, günlük yaşantısını özümseyebilir. Gece evlerinin önlerinde komşularıyla günü keyfli bir biçimde sonladıran Siena halkını düşünürüm serin toskana kokulu gecelerde. Sabah güneş ışınları Campo Meydanının her noktasına vuruyor. Ve ben bu kentten ayrılmak istemiyorum.
İşte bahar geldimi ben hep toskanayı güneşli bir siena gününü düşünürüm...

6April2010