November 29, 2012

Ötekilesmeyen Cocukluk Yillarimiz



Ilkokulda beslenme cantama asla muz koymazdi annem. Daima herkesin beslenme cantasinda bulunan mandalina veya elmadan bulunurdu bende de. Muzumuzu hep evde yerdik. Babam her defasinda muz yiyemeyen cocuklarin oldugundan ve onlara karsi okula muz götürmemin dogru olmadigini anlatirdi. Birgün babamdan ayakkabi istemistim hemde lastik ayakkabi, babam ve annem cok sasirmisti. Benim savunmam ise tüm arkadaslarimda renkli lastik ayakkabilarinin olmasiydi. ( Babamin ögretmen olarak görev yaptigi bir köyde okudum ilkokulu). Annem ve babam bu duruma cok sevinmis olmali ki hemen gidip bana lastik ayakkabi almistik ve ben okula diger arkadaslarim gibi renkli lastik ayakkabilarimla gidiyordum artik, hem de cok mutlu bir sekilde. Bu hatiralarimi düsündügümde hic bir zaman hicbir arkadasimin okul yillarinda kilik kiyafetimizle, ayakkabilarimizla hatta okul cantalarimizla bile farklilasmadigimizi hatirliyorum.

Kara önlükleri hatirlayanlariniz vardir. Ben de ilk okul yillarinda kara önlük giyenlerdenim. Tek Tip. Kara önlük ve beyaz yakaligimiz vardi bizim. O zamanlar yani bundan yaklasik 20 sene önce ilkokul, ortaokul ve lise döneminde üniforma giymek hicbir zaman rahatsiz etmezdi bizleri. Farkli kiyafet giyme düsüncesinden ziyade basarili okulun üniformasini giyebilmek gurur verirdi bize.

Farkli ekonomik standartlara sahip ailelerin cocuklari olsak da bizler icin hicbir zaman bu konu önemli olmamisti ve günyüzüne cikmamisti. Ta ki beden egitimi derslerine girene kadar. Sadece beden egitimi dersinde giyilen esofmanlarin ve spor ayakkabilarin markalarindan anlasilirdi her cocugun ekonomik durumu. O zamanlar okul yönetimi farkli amaclar dogrultusunda olsada tek tip esofman uygulamasina baslamisti ve hepimiz tekrar rahat etmistik. Tek tip üniforma sosyalist bir düzeni cagristirsa da bizlere, egitim alani gibi ortamlarda benim fikrim, bunun oldukca yerinde bir uygulama olmasidir.

Son günlerde gündeme gelen, okullarda serbest kiyafet uygulamasi acikcasi tüylerimi ürpertiyor diyebilirim. Cünkü günümüz dünyasinda, ki bunu Türkiye’de cok daha fazla fark etmek mümkün, üzerinizdeki etiketler sizin yasam standardinizi, kisiliginizi, sosyal statünüzü, arkadas cevrenizi belirlemede cok önemli rol oynuyor. Aslinda bu sadece kiyafet konusunda degil, gittiginiz mekanlar, kullandiginiz arabalar, yasadiginiz semt, site vs. daha bir cok konu sizin icin disariya karsi bir kimlik karti niteligi tasimakta. Eskiden anne-babalarimiz bize herseyi dogru bir sekilde aciklayarak bizlerin düzgün bir hayat görüsüne sahip olmamiz icin cabaliyorlardi. Oysa simdi kazandigi paralari etiketlere rahatca harcayabilen aileler cocuklarina bu etiketlerden uzak nasil bir hayat görüsü kazandirabilirler ki? Hepimizin okudugu ve pedagoglarin da belirttigi gibi cocuk anne ve babayi taklit eder olgusundan yola cikarak, yetismekte olan yeni nesilin de hayat görüslerinin degisebilmesi icin önce anne babadan baslamak gerek sanirim.

Evet tepki gösteriyoruz, serbest kiyafet uygulamasinin, ekonomik durumu yeterli olmayan ailelerin cocuklari icin okullarda mutlaka psikolojik ve sosyal sorunlar yaratacagina dair. Ama yinede cocuklarimizi en iyi özel kreslere, okullara vermeye calisarak, kücücük yaslarda üzerlerine donattigimiz etiketlerle, gittigimiz mekanlarla onlara zaten böyle bir dünyanin varligina alistirmis olmuyor muyuz? Elbette bu sartlarla yetistirilmis olan bir cocuk büyüdügü zaman ayni yasam tarzini kendi cocuklarina da benimsetecektir. Elbette ki her ailenin kazanci ve cocuklarini yetistirme sekli tamamen ailenin kendisini ilgilendiren bir mevzu. Yalniz genclerde görüyoruz ki kiyafetler onlarin özgüvenlerini olusturan en önemli sey haline gelmistir. Yaptiklarimiz ile söylediklerimiz birbirini desteklemedigi takdirde cocuklarimizi ne kadar uyarsak, onlara ne kadar anlatmaya calissak da empati anlaminda mutlaka bir eksik nokta kalacaktir. Tip ki eline kitap almayan anne babanin cocuguna kitap okumayi önermesi kadar alti bos bir önermenin cocuklar üzerinde pek etkili olmamasi gibi.

Genc bir anne baba adayi olarak bizim her zaman üzerinde durdugumuz konudur cocugumuzu asla maddiyat üzerine kurulu bir dünyaya alistirmamak. Bu konuda bir cok kitap okuduk, bir cok deneyime sahip farkli ortamlarda bulunduk. Anladik ki, asil önemli nokta; anne baba olarak sahip oldugumuz dünya görüsümüzü yasam seklimize dogru bir sekilde yansitabilmek ve bunu cocuklarimiza örnek davranislar olarak sunmabilmektir.

Farklilasmadan uzak, empati kurabilen, birbirine karsi her anlamda hosgörülü, maddiyat zihniyetine sahip bir yasam seklini benimsemeyen yeni nesiller yetistirebilmek umuduyla..


November 21, 2012

Agaoglu "Üstüste Yasam Alanlari" !



Uzun zamandir bloguma yeni yazacagim icerigi ararken yazilasi bir cok konu icinden " yok bu degil, bu da degil, ben farkli bir sey istiyorum, bunlar cok siradan, daha farkli, cag atlatacak bir sey ariyorum" derken buluverdim yeni konumu. Iste günlerdir sosyal medyada oldukca yer alan ve özellikle mimarlik dünyasinda büyük elestirilere maruz kalan hepimize tabii ki öncelikle canim Istanbul'umuza takla pardon “cag” atlatacak bir konu üzerinde yazmak istedim.


Bir kere her seyden önce sayin Ali Agaoglu'nun özgüvenini ($) takdir etmemek mümkün degil. Bu öyle zor kazanilarak elde edilmis bir özgüven ($) ki, gözlerini, hislerini, insanin toplumsal etik anlayisini kör eden cinsten. O kadar kör olunmus ki Istanbul icin önemli ve tarihi bir ormani tamamen beton ormana dönüstürecek proje ile övgü duyuluyor, at üzerinde nameler atiliyor, alti cizilecek söylemlerde bulunuluyor.


Büyük cogunlugumuz 1453 logosunun altina siginan bu projenin reklamini gördük, izledik, sinirlendik,söylendik. Sadece uzaktan silüetini gördügümüz yükseltilmis bir cok kuleden olusan ve kopyala yapistir, uzat, cevir döndür mimari program komutlariyla hazirlanmis olan ve kente, kent insanina hic bir getirisi olmayan bu proje hakkinda yorum yapmanin gereksiz oldugu kanisindayim.
Burada asil üzerinde durmamiz gereken konu, yemyesil ormanlik alana komsu olan ve yesil alanin tahrib edilmesiyle insaa edilecek olan bu projenin sosyal medyada oldukca fazla tepki almasina karsin, gercek hayatta kisa sürede alici buluyor olmasi.


Gercekten bizler nasil bir gereksinim icerisindeyiz ki bu projelerden kendimize yeni ve güzel bir dünya kurma cabasi icindeyiz?
Ama unuttugumuz nokta, mekanlar insanlari ve hayatlari degil, insanlar mekanlari güzellestirir ve o mekanlara deger katar.
 Iste insanlarin giderek yalnizlasmasina, sehirden, sehir hayatindan kopmasina neden olan tüm bu kriterler gözönüne alinarak tonlarca para ile gerek kiralanarak yada satin alinarak degerleri arttirilmis oluyor bu projelerin.



Hepimiz yemyesil, temiz bir Istanbul arayisindayiz. Söz acilinca; eski mahallelerin samimiyetinden, cocuklarin rahatca kosup oynayabildigi alanlardan, komsuluk iliskilerinden, haftasonlari vakit gecirecekleri parklarin, ormanlarin, acik alanlarin eksikliklerinden bahsederken birden kendimizi nasil oluyor da böyle alelade sacmasapan projelerin icine hapsedivermis buluyoruz. Kimilerimiz icin bu projelerde yasamak bir sosyal-prestij göstergesi, kimilerimiz tamamen konuya fransiz, bilincsiz, para var alirim anlayisinda, kimilerimiz ise sadece iyi bir yatirim diyerek yardimci oluyoruz Istanbul’un hizla yozlasmasina.


Güvenli, steril, nezih bir ortam olmasi, komsularin statüsü (komsuluk anlayisi degismis olmali), cocuklar icin sunulan duvarlarla cevrilmis genis site bahceleri, kapali bir hatta 2 otoparki olmasi, spor salonlarinin varligi ve daha eklenebilcek bir cok kriterler insanlarin bu projeleri tercih etmelerine yardimci olmakta. Belki de yepyeni ve prestijli bir yasam tarzina sahip oldugumuzu saniyoruz bu konutlari tercih ederek. 



Sehri böylesine katleden projelerin at üstündeki sahipleri kadar bu projelerin kendilerine yüksek yasam standardi sundugunu düsünenler de bir okadar sorumlular diye düsünmekten kendimi alamiyorum malesef...