September 30, 2009

Paris : Su şehrinin gelişimi

Ortaçağda Paris, su tüccarları, gemiciler tarafından yönetiliyormuş. Su üzerinde kurulmuş bu sanat ve moda şehri, ozamanlar geçimini suya borçluymuş ve adını da onun için önemli bu geçim kaynağından almış. Paris sokaklarında gezerken gördüğü herşeyi aklına, hafızasına kaydetmek istiyor insan. Öyle ki gözünüz hem Rokoko, hem Barok, hem klasik mimari örneklerine sıkça rastlıyor.
Seine Nehri boyunca Notre-Dame kıyısından güzel bir yürüyüş gerçekten iyi gelmişti, uzaktan, dışarıdan bakmak, farklı cepheleri incelemek, öğrendiklerimi gördüklerimle pekiştirmemde yardımcı oluyordu. Nehir kenarının sağ kanadında Rivoli Caddesi boyunca ilerleyerek Louvre Muzesine vardık. Nehir tarafındaki yan kapıdan girince önce kocaman bir avlu ve onu çepe çevre sarmış Rönesans etkilerini yansıtan binaları görüyorsunuz. Dünyanın en büyük ve uzun binası olan Grand Galeri'de (mimar Pierre Lescot) tüm cömertliği ve asil duruşuyla karşılıyordu bizi. Bu binalar toplulugundan olusan galeriler aslında aynı anda yapılmamış. 1200 yıllarında Paris'in batı yakasını korumak amacıyla yapılan Louvre Kalesinin yapımıyla baslayan süreç, zamanla yeni binaların eklenmesiyle devam etmiş ve günümüze kadar değerini korumuş, önemli bir sanat galerisi bir müze olma görevini sürdürmüş. Tabi çeşitli yııllarda yapılmış olmaları da farklı üsluplar taşımalarını, bunları birarada temsil etmelerini sağlamış. İlk zamanlar Pierre Lescot tarafından yapılan kısım Rönesans etkisi sergilerken, III.Napolyon zamanında eklenen kısım ise süslü, bir çok heykelle, bezemelerle zenginleştirilmiş Barok özelliği taşımakta. Tüm bunları gözlerimle tek tek süzerken ve bu büyük binalar arasında dolaşırken, sanırım tahmin edeceğiniz gibi gözlerim büyük Louvre Piramitini arıyordu. Aslında o piramidin olusumuna kadar ne süreçler geçmişti, kimler hangi binaları ekletmişti buraya, ama bizler sadece hep ön planda olan bugünkü popülarizm etkisindeki cam piramidi tanıyorduk ve biliyorduk. Evet devasa avluda, sütunlarla olusturulmus dış koridorlar arasında dolaşıp fotoğraf çekerken birden, sırtı başka bir geniş kamusal alana bakan kemerli bir geçidin arkasından parlayan bu cam piramidi gördüm. Yine Paris'in kendini, başka yönde gizemli bir şekilde göstermeye çalıştığını düşündüm. Yani biranda karşıma çıkabilirdi bu kocaman piramid, ama ben onun sadece gökyüzüne bakan uç kısmını eski bir kemerin arkasından görmüştüm. Sanırım hayatımda gördüğüm en harika perspektifti bu. Eski ve yeni, cam ve taş, yuvarlak ve köşe bir aradaydı. Müze avlusunun ortasında ve Champs-Élysées'nin tam ekseninde konumlandırılmış bu cam Louvre Piramidi 1989 yılında inşa edilmiş. Müzede Fragonard, Rembrandt, Rubens, Titian, Poussin, Leonardo da Vinci, Raphael gibi dünyanın önde gelen birçok önemli sanatçıların buyuk sanat eserleri bulunmakta.
Louvre Piramidinin populerliginden bahsetmistim. Piramidi gorur gormez herkes inanilmaz bir hizla ona dogru ilerliyor ve flaslar ard ardina patliyor. Cam Piramitten once burada var olan bu tarihi binalar biranda yalniz kaliveriyor. Belkide buyuzden biraz daha geciktirdim o eski kemer ardinda gizli camdan piramid ziyaretimi. Harika bir avluydu zengin binalarla sarmalanmis ve Seine Nehrine karsi acilan.. Sonra yavas yavas ilerledim Champs-Élysées'i karsisina almis kucuklu buyuklu ucgen havuzlarla cevrelenmis camdan Piramide dogru. Yilbasi olmasi dolayisiyla malesef kapaliydi muze. Bu yuzden iceriye giremedim buyuk sanssizlikti. Disaridan iceriye bakinca yerustu ve yeraltini birlestiren boslukta gelisiguzel konumlandırılmıs gibi asili duran ama aslinda hicte oyle olmayan merdiveni goruyorsunuz. Buyuk bir alana ulastiriyor bu merdiven sizi, bombos genis,ferah bir aciklik..Tabii yukaridan piramidin cam yuzeylerinden gorebildigim sadece bukadariydi. Sanirim Parise tekrar yolum dusecek.
Louvre Muzesinden Concord Meydanina dogru ilerledim. Iste Avrupa sehirlerindeki goze carpan baska bir unsur da hani bizim hep bahsettigimiz kamusal alanlar. Bu kamusal alanlar oyle yerli yerinde isler bir bicimde olusturulmus ki, mutlaka yasayarak ve hissederek icinde bulunuyor insan. Yani kocaman binalarin icinde kaybolurken, birden buyuk ama mutevazi, dogal bir park, bir avlu, bir kose karsiliyor insanı.Kücük sürprizler yani! Hemen orada kendinize bir bank yada bir havuz kenari buluyorsunuz dinlenmek icin. Insanlarin toplanma alanlari, tamamen yasayan bosluk tasarimlari, hemde dogallıgı ozenle tasarlanmis. Avrupalilarin kahve kulturu de eklenince; sakinlige, dinginliğe keyfli bir kaçış noktalari oluyor bu alanlar. Ve benimde en cok sevdigim, icinde gezinmekten zevk aldigim mekanlar.
Louvre ve Concorde Meydani arasindaki havuz ve parkta aklima kaydettigim caddeler sokaklar, binalarla dinlendim biraz. Buyuk metropolun yorgunlugunu atmak isteyerek. Concorde Meydani sizi Louvre dan alip, Champs-Élysées'e birakiyor. Kocaman bir donme dolap vardi tam Concorde Meydaninin gobeginde. Kesinlikle binmeliydim, Eyfel kadar yuksek olmasa da buraya kadar gelisimi, gordugumuz yerleri yukaridan izlemek ustunden gecmek olucakti notlarimin. Kalabalikta sikilmadan, sabirla bekledim ve nihayet 6 kisilik kabinin icindeydim elimde fotograf cekmeye hazir makinamla.Elbette cocuklar gibi mutlu ve neseliydim. Tek kelimeyle harikaydi. Hemen arkada ufacik bir ucgen piramit, onu sirtlayan uzun upuzun binalar, Seine Nehri, uzakta yukselen Notre-Dome, kopruler... Heyecanli 3 tur sonunda tekrar ayaklarim yere basarak bu kez artik Avrupanin onemli moda arterlerinden Champs-Élysées'e cevirdim yolumu. Sagli sollu, iri ufakli isiklarla suslenmis yilbasi standlari vardi cadde boyunca. Her ulkenin standi kendi urunlerini, kulturunu tanitmak icin birbirinden yaratici sunumlarla insanlarin dikkatini cekmeyi basariyordu. Yarim saat hatta daha uzunca bir zaman yurudukten sonra fransiz mutfagini tadabilecegim guzel bir aksam yemegi icin mola verdim. Yemegimi yedikten hemen sonra topladigim enerjiyle Champs-Élysées Bulvarinin sonuna dogru yuruyordum. Binalar, insanlar, arabalar, standlar hersey muhtesemdi. Artik Eyfeli gorme zamaniydi ve yonumu ona dogru cevirdim. Tüm sehri yuruyerek gezmek gormek istedim ama gercekten cok yorucuydu yine de herseye ragmen degdi. Uzun bir maraton oldu bu deneyimler.Eyfel Kulesi, La Defense Binası ve Sacré-Cœur Bazilikasını bir sonraki yazıma bırakıyorum..

No comments: